Türkiye 1960’lı yıllarda çok çeşitli tarım ürünlerinin üretiminin yapıldığı tam bir tarım ülkesi konumunda idi. Planlı kalkınmanın da başlangıç yılı olan 1963 yılında da ülke için gerekli sermaye birikiminin bugün de olduğu gibi ihracatla mümkün olabileceği düşüncesi hâkimdi. Ancak tek bir farkla; bu sermaye birikimi tarımsal üretimdeki süreklilikle birlikte verimliliğinde artırılması ile mümkün olduğu kabul ediliyordu. Bu düşünce ile Birinci Beş. Yıllık (1963 - 1967) Kalkınma Planı hazırlandı.
Bu planın başarılı olabilmesi ve dünya ile uyum sağlanabilmesi modern tarım araçlarının çiftçiye kazandırılabilmesi, kimyevi gübre ve ıslah edilmiş tohumlar kullanılarak verimliliğin artırılması ile başarılabilirdi. Üstelik tarımda teknolojik aletlerin kullanılması, sanayi ülkesi de olmak isteyen Türkiye için endüstri de hammadde teminini de destekleyecekti. Bu amaçla ekonomide topyekûn bir seferberliğe gidilerek diğer ekonomik alan olan hayvancılığın da gelişimi için yerli üretim teşvik edildi ve bunda da büyük oranda başarı kaydedildi. Tarımsal girdilerdeki verimlilik artışı ile hem ülke ihtiyacını karşılandı hatta fazlası da dış ülkelere satılarak ekonomik kalkınma sağlanmaya çalışıldı.
Bugün Türkiye’de mekanizasyon düzeyi, gösterge değerleri açısından ve bin hektara düşen traktör sayısı bakımından dünya ortalamasının üzerindedir. Ancak AB ortalamalarından halen düşük seyretmektedir. Bu da tarımda gelişmiş ülkeler ile karşılaştırıldığında yeterli gelişmenin halen sağlanamadığını göstermektedir.
Tarımsal üretim; bitkisel üretim, hayvansal üretim, orman ürünleri ile su ürünlerinden oluşmaktadır. Orman ürünleri ile su ürünlerinin tarımsal üretim içindeki payları düşüktür.
Türkiye’de tarımın maalesef ekonomi içindeki nispi önemi son yıllarda giderek azalmaya yüz tutmuştur. Bununla birlikte yine de nüfusun büyük bir bölümüne istihdam sağlaması, ülke nüfusunu beslemesi, sanayiye hammadde temini, ihracat yoluyla döviz temini, milli gelire olan katkısı, sanayi ürünlerine karşı talep yaratma, işgücü ve sermaye transferi gibi konular bakımından ulusal ekonomi içerisindeki önemini hala korumaktadır.
Tarımsal ürünler; dünya da yaşanan nüfus artışı, iklim krizi (yangınlar, su baskınları), açlık, pandemi ve savaş ile birlikte tedarik zincirlerinde yaşanan aksaklıklar, enerji fiyatlarındaki artışlar sebebiyle özellikle ekonomisi tarıma dayalı ve ekonomik gelişmenin başlangıcında olan ülkeler için daha da önem taşımaktadır.
Kaldı ki; yukarıda saydığımız nedenlere dayalı beslenme problemlerini çözmek tüm dünya ülkeleri için de önem arz etmektedir.
Yine tüm dünya da ekim alanlarının marjinal sınırlara ulaştığı dikkate alınırsa, nüfus artışına karşı üretim artışının sınırlı kalması ve doğal kaynakların giderek azalması, üretimi artırmada tek seçeneğin birim alandan alınan verimi artırmak olduğu sonucunu çıkarmaktadır.
Bu sebeple hemen her ülkede tarım sektöründe uygulanacak politikaların genel ve nihai amacı, tarımı ülke için her bakımdan daha verimli hale getirmek olmalıdır.
İçinde yaşadığımız yüzyılda, dünyamız dışındaki gezegenlere ulaşım sağlayacak kadar ileri bir teknoloji geliştirilmiştir. Fakat öte yandan da insanlar kitleler halinde açlıktan ölmektedirler.
Birleşmiş Milletler bünyesindeki, FAO, Dünya Sağlık Örgütü, UNICEF gibi kurumların 2020 yılında birlikte hazırladıkları bir rapora göre “aç” olarak tanımlanan nüfus, 2014 yılından 2019 yılına kadar 60 milyon kişi artmış. Dünya Gıda Programı’nın araştırmaları, 2019-22 arasında, açlık sınırında ve altında yaşayan nüfusa ise 232 milyon kişi eklenmiştir.(Kaynak: (The State of Food Security and Nutrition in the World- Dünyada gıda güvenliği ve beslenmenin durumu))
Bugün gelinen noktada enerjide yaşanan/yaşanacak arz sıkıntısının özellikle petrol ve doğalgaz fiyatlarını artırdığı görünmektedir. Yaşanan bu artışların çiftinin traktörüne ve biçerdöverine koyacağı yakıtla birlikte gübre fiyatlarına da etki etmekte, yem fiyatları da artmaktadır. Tüm bunlara rağmen yine de verimliliğin arttığını düşünsek bile üretilen ürünlerin tüketiciye ulaşması bağlamında lojistik maliyetlerinin de yükselmesi gıda piyasalarında dalgalanmaları gün be gün artıracaktır.
Esasen Türkiye’nin potansiyeli kendisine yeterli, ama buna iyi bir planlamayla istikrar kazandırılması gerekiyor. Bunun da yolu 1963 yılında olduğu gibi çiftçinin ve tarımın ayağa kaldırılıp, gübre ve ıslah edilmiş tohumlar kullanarak verimliliği artırmakta gizli. İlaveten Türkiye’nin genç nüfusuna rağmen tarımsal üreticinin 52 yaş ortalamasına dayandığı bilinciyle gençlerin tarıma yönlendirilip özendirilmesi gerekiyor.
Unutmayalım; toprak işlemesini ve kıymetini bilen için ayaklarının altında yaşayan hazinedir.
“Toprak altındır”.